Terry Eagleton – Şiir Nasıl Okunur Kitabının Tahlili
Terry Eagleton, 1943 yılında
İngiltere’nin Salford kentinde dünyaya gelmiştir. Cambridge Üniversitesi’ni
bitirdikten sonra aynı üniversitede öğretim üyeliği yaptı. 1969’da Oxford
Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Sonraki yıllarda New Left Review başta olmak üzere çeşitli dergilerde yazılar kaleme
aldı, edebiyat teorisi alanında önemli çalışmalara imza attı. Halen Manchester
Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı alanında John Edward Taylor profesörüdür. Şiir Nasıl Okunur 2007 yılında How to Read a Poem adıyla Oxford
yayınları tarafından çıkarılmıştır. Türkiye’de 2011 yılında Agora Kitaplığı
tarafından basılmıştır.[1]
Eser toplam 266 sayfadan
oluşmaktadır, altı ana bölüme ayrılıp bu bölümler kendi içlerinde de alt
başlıklara bölünmektedir. Bu ana başlıklar şu şekildedir; 1- Eleştirinin
İşlevleri 2- Şiir Nedir?, 3- Formalistler, 4- Form Arayışı, 5- Bir Şiir Okumak,
6- Dört Doğa Şiiri. Ayrıca eserin sonunda kitap için bir Sözlükçe kısmı
bulunmaktadır. Yazar, eserin önsöz kısmında eserin yazılış amacını öğrenciler ve
genel okuyucu için şiire giriş olarak vermiştir. Teorik bölümlerin okuyucuyu
zorlayacağını bunun için dördüncü bölümden başlamanın daha iyi olacağını
söylemektedir.
Eagleton eserinin birinci bölümü
olan Eleştirinin İşlevleri’nde dört
alt başlık halinde eleştirinin yeri ve işlevselliği üzerinde durmaktadır.
Yazar, geçmişten günümüze kadar edebiyat eleştirisinin en büyük sorunun bu
türün yazar çizerlerinin konuyu tam olarak anlamadıklarını vurgulamaktadır.
Yapılanın eleştiriyi form, içerik gibi daraltılmış bölgelere hapsetmek olduğunu dile getirmektedir. Eleştirinin de
modern felsefe gibi kendi yanlışlarını ifşâ etmeye çalışmasını ön görür. Bu
konuda
“Bir şiirin inançlarını ona
güvendiğimiz için kabullenmemiz gerekmez”[2]
der.
Siyaset
ve Retorik kısmında edebiyat teorisyenlerinin eleştiriyi baltaladıklarını
söyledikten sonra bundan kurtulmanın mümkün olduğunu ifade etmiştir. Siyasetin
retorik ile içli dışlı olduğunu ve retoriğin siyasi hayatta çok önemli olduğuna
değinmektedir. Eagleton, retorik sözcüğünün tarihsel gelişimini örneklemler
sunarak günümüze değin getirmiştir ve okuyucusuna retoriğin yaşadığı değişimi
göstermeyi amaçlamıştır. Geçmiş zamanlarda retoriğin siyaset üzerindeki
gücünün, günümüzde azaldığının “martaval,aldatıcı, manipülasyon” gibi negatif
anlamlar taşıdığını belirtir.[3]
Deneyimin Ölümü kısmında modern
şiirin hazırcı bir durumda olduğunun altını çizen yazar, bunu kültür terimi ile
açıklar. Kültürün içerisinde şair için gereklilikleri barındırdığını
belirtmiştir. Burada şiir tanımı üzerinden yola çıkan yazar, şiirde hiçbir
şeyin ne eksik ne de fazla olabileceğini söyledikten sonra, şiirin;
“sözcüklerin
ancak buldukları haliyle ortaya çıkabilecekleri yer olması gerekir.” [4]Diye
tanımlamaktadır.
Edebiyat eleştirmenlerinin aslen
hayatta var olamayan şahıslar ve oylalar üzerinden çıkarımlar yaparak
hayatlarını idare ettiklerini söylemektedir. Ancak bu durumun eleştirmenin bu
şahıslar ve olaylar için belirsizlikler öne çıkarılabileceği yanlışına sebep
vermemesini dikkatle vurgular. Eleştirmenin bu hayal dünyasında çalışmaları,
beraberinde hayal gücünü de getirmiştir. Edebiyat eleştirmeni metinlerde geçen
her türlü şahıs ve olaylara hâkim olabilme gücünü taşıyabilmelidir.
Eagleton eserinin ikinci bölümü olan
Şiir Nedir? De şiirin, diğer alanlar
ile farkından yola çıkarak bir tanımlama getirmeye çalışmıştır. Bunu da Şiir
ve Düzyazı, Şiir ve Ahlâk, Şiir ve Kurmaca, Şiir ve Pragmatizm, Şiir ve Dil
bölümlerinde irdelemektedir. Şiir ve Düzyazı kısmında şiir ve düzyazı
arasındaki farklardan ve şiirin içinde barındırdığı duygu halinden yola çıkan
bir anlatım bulunmaktadır. Yazar burada şiirin şekil olarak karşısında duran
bir yapıyı koyarak, modern şiirin form olarak düzyazıya yakınlaşmasını ve bunun
şiirin tanımında yer almadığını göstermeyi amaçlamıştır. Şiir ve Ahlâk
bölümünde, ahlâk kelimesinin kuralcılığı ve kısıtlayıcılığı üzerinden
gidilmiştir. Şiirin ahlâk ile ampirik arasında kalındığında şiirinin yönünün
ahlâkî olana doğru olması gerektiğini ifade etmiştir. Şiir ve dil arasındaki
ilişkide yazar, gösterenin gösterilen üzerinde ağır bastığı bir dil olması
tanımı üzerinde durarak bunun yeterli olmadığını bu konuda üst düzeye ulaşmış
şiirlerin olduğunu belirtmektedir
Eagleton eserin üçüncü bölümünde bir
yanlışın üzerine bastırarak imalı bir söyleyiş ile başlamaktadır. Burada Rus
biçimcilerini hedef alan bir düşünce üzerindedir. Onların gözlerinde şiirler imgelerden, fikirlerden, sembollerden,
toplumsal güçlerden veya şairin niyetlerinden değil sadece sözcüklerden
oluşuyordu. Edebilik kavramı üzerinde gidilen düşüncede Eagleton edebiyatın
edebilik ile aynı olmadığı görüşündedir. Edebiliğin göreceli bir kavram
olduğunu ifade eder. Formalistlerin şiirin sunduğu onca olanak içerisinden
sadece birini tutup irdelediklerini ve tanımlarını da bu yönde yaptıklarını
belirtir.
Bir
Şiir Okumak adlı bölümünde eleştirinin nesnelliği ve öznelliği üzerinde
durulmaktadır. Yazar eleştirmenin bazı bölümlerde tüm eleştirmenler ile
birleştiğini ifade ederken bunları da şöyle sıralar; bir şiirin harfi harfine
ne söylediği, kullanabileceği ölçüyü, uyaklı olup olmadığını tespit etmek.[5]
Ayrıca bu bölümde eleştirmenlerin sıkça kullandıkları terimlere açıklık
getirilmesi de önemlidir. Şiirin dili bütünsel ipuçlarına sahip olduğuna ancak
anlam kısmında ise devreye okuyucunun da girdiğinin altını çizer.[6]
Eagleton terimleri açıklarken İngiliz edebiyatı örneklerinden çok sık
yararlanmıştır. Bu örnekler üzerinden terimlerin anlam karmaşalarını yok
etmektedir. Amacı sıkıcı hâle gelmiş olan şiir eleştirisi terimlerini daha
açıklayıcı bir şekilde ortaya koymaktır. En büyük yeri de imgelem ve muğlâklık
kısmına ayırmaktadır. Muğlâklık kısmında muğlaklık ve müphemlik arasındaki
farktan bahsetmektedir;
“Müphemlilik elimizde ikisi de
sınırlı olan ancak birbirlerinden ayrılan iki anlam olduğunda gerçekleşir.
Muğlâklık bir sözcüğün iki veya daha çok manası anlamın kendisinin belirsiz
hâle geldiği noktaya dek birbirlerine karıştığında olur.”[7]
İmgelem konusunda da bu sözcüğün 19.
Yüzyılın ortalarında ortaya çıktığını öne sürmektedir. İlk defa 17. Yüzyılda
ortaya çıkan imge kavramının Akıl Çağı’nda retoriğe karşı hissedilen şüpheden
doğduğunu ve bugünkünün tersine “şeylerin” imgeleri veya temsilleri anlamında
kullandığını hatırlatmaktadır.[8]
Eserin son bölümü Dört Doğa Şiiri’nde; William Collins,
William Wordsworth, Gerard Manley Hopkins, Edward Thomas adlı şairlerin
şiirlerine yakın okuma yapmaktadır. Şiirleri sadece biçimci yöntemle değil
toplumsal ve tarihsel içeriklerini de göz önünde tutarak bir okuma yapmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder