Ebubekir Eroğlu- Modern
Türk Şiirinin Doğası Kitabının İncelenmesi
Ebubekir
Eroğlu’nun bu eseri 1993 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmıştır.
Deneme türündedir. Eserin üzerine çalışma yaptığımız kitabı ise 3. baskı olup
2011 yılında basılmıştır. 100 sayfadan oluşan eser, 9 ana başlıktan
oluşmaktadır. Kitabın başında Eroğlu ikinci baskı için notlar kısmı hazırlamış
ve kitabın gördüğü ilgi üzerine yeni bir ön söz yazma gereksinimi hissetmiştir.
Eserin içine
girdiğimizde Eroğlu’nun; “gelenek”, “modernizm”, “metafizik” kelimelerini
söylem olarak seçtiğini belirtebiliriz. İlk olarak “Geleneğin Tek Katmanı”
bölümünde; klasiklerin önemine, gelenek kavramının yüklendiği anlamların
negatif izlenim taşıdığını görüyoruz. Ayrıca Türk şiirinin bir merkezi
olmadığına, dalgalanmalara sahne olduğuna kanaat getiren Eroğlu kendine ait bir
şiir inceleme metoduna da yer veriyor.
Daha sonra
esere ismini veren “Modern Türk Şiirinin Doğası” denemesi karşımıza
çıkmaktadır. Burada kronolojik bir sıralama ile eleştiri yapıldığı göze
çarpıyor. 1900’lerden başlayan bu sıralama 1980’lere dek götürülmektedir. İlk
olarak “1900’lerin İki Eşiği” adlı alt başlıkta; Türk şairinin Avrupalı
şairlerin modernleşme karşısında çektiği sancıların bir benzerini, varolmak
kaygısı ile yaşamakta olduğunu, bu dönemde tavsiye edebilecek iyi bir şiirin
çok az olduğunu ve Türk şairinin güvensiz bir yöntem ile şiire yaklaştığını
ifade etmektedir.
Bu bölümde
Eroğlu 19. yy’da yaşanan değişimin iki yolda gerçekleştiğini söyler. Bunlar;
-
Duyum Ögeleri
-
Kavram Öğeleri
olarak adlandırılmaktadır. Duyum
öğelerinin toplum hayatını doğrudan algılandığı noktaları işaret ettiğini;
kavram öğelerinin ise günlük hayatın işleyişini karşıladığını aktarmaktadır.
Şairlerin Batı’da yaşanılan duyum tarzının kökleri ile alış-veriş devresini
kuracak güçte olmadığını belirtmektedir.
Eroğlu,
Muallim Naci ve Yahya Kemal örnekleri vermiştir. Zira söz konusu şairler eski
şiirin tadını yaşatmaktadır ve halkta buna yabancı değildir. Bu şairleri seçmiştir
çünkü bu sayede Türk şiir sahasının bu ve benzeri şairler ile daha berrak
olacağını düşünmektedir. Bu bölümde eskiyi sadece bir döneme ait olarak
algılayan şairleri eleştirmektedir. Bu tarz şairlerin küçük hedefleriyle
problemli bir şiir ortaya koyduklarını söylemektedir. Ayrıca Akif’in modern
şiirinin amaçlarından birini başardığını, bunu konuşma dilindeki doğallığı şiir
diline katarak yaptığını belirtmektedir. Tevfik Fikret’e de, dili ile, kültürel
atmosferi ile ileri gitmeyen şair vasfını yüklemektedir. Yazarın bu bölümde ele
aldığı bir başka konu ise şudur; Batı dünyasının şiirin modernleşmeye girdiği
süreç, modern şehir hayatının gelişmesi ve sanayileşme ile paralel olarak
gerçekleşmektedir. Bizde ise böyle bir şeyin oluşmadığını şairlerimizin yöneldiği
dünyaların bizim şiir dilimizde olmadığını, Batı’yı taklide elverişli araçlar
deposu olarak gördüğünü dile getirmektedir.
1900’lere
getirdiği bu eleştirel bakıştan sonra “Ritmin Zaferi ve Çeşitlenme” ile 1930’lu
yıllara ait düşüncelerini açıklamaktadır. Şiirimizin halkın erişmek için can
attığı hayattan gelmeyen malzemelerle sürdürülmesi bir dağılma yarattığını ve
bu dönemin şiirinde en büyük sorun olarak ‘tekleşme’ probleminin yaşandığını
belirtmektedir. Sınırlayıcı bir yaklaşımın var olduğunu ifade etmektedir. Bu
dönem şairlerinin klasiklerin getirdiği durgunluk ile tarihi durumun zorladığı
hareketlilik arasında bocaladığını anlatmaktadır. Bu bocalama Necip Fazıl
örneğiyle desteklenir. Tüm bu şartlara rağmen 1930’lu yılları bir atılım olarak
görmektedir. Bu dönem şiirinin serbest şiir için bir köprü görevi üstlendiğini
düşünmektedir. 1940’lı yıllarda kuşaklar arasında bir çatışma yaşanmadığını
düşünen Eroğlu, çatışmanın kuşak içindeki değişik algılama biçimlerinin
sahipleri arasında cereyan ettiğini söylemiş ve bu dönemi bir ‘relax’ hali
olarak nitelemiştir.
Eroğlu, 19. yy da modern
şiirin karakterine giren bu oluşumları, bir temel değil süreç olduklarını,
hatta bu sürecin zayıf halkaları olarak nitelendirmektedir. Bu
bağlamda 1950’li yılları ise, modernleşmenin tarif edildiği bir ortam olarak
görür ve modern şiirin hemen hemen bütün kollarının yansıdığı yer betimlemesini
yapar. Modern öncesi değerlerinde yeni şiir diline girdiği bir ortamın
oluştuğunu söylemektedir.
Yazar,
Türk şiirinin modernleşmede ilerleyişini, kırılmadan ve sindirilmeden geçen
dönemlerin çokluğu yüzünden ‘kendini arayan şiir’ olarak niteler. Bu
dönemi ‘Modernleşmenin İçi ve Ertesi’ bölümünde irdelemektedir. Bu bölümde de
‘modern dünyanın sunduğu öğelerle sınırlı kalmak gerektiğini’ söyleyen bir
havanın hakim olduğunu, ancak şairlerin özgürlüklerine sahip çıkan bu havanın
kırıldığını ifade etmektedir. Modern öncesi dönemin öğelerini modern şiirimizde
kullanan ilk ses bayrağı olarak da Sezai Karakoç’u göstermektedir. Onun
şairane içtenliğinden söz eden yazar, onu özümsenmiş eski kültürümüzden
beslenen dini duyarlılıktaki saflığın, hatta duanın müşterekten çıkıp
dalgalandığı ilk şair diye ifade etmektedir.(s.51)
Eroğlu,
şiirimizde modernleşmenin başlangıcını 19. yy’a kadar götürür ve bu açıdan
Batı’dan gelen etkilerin ‘serpilme’ şeklinde başladığını ve bu etkinin
neredeyse unutturucu karakteriyle öne çıktığını ifade eder.
Eserin
en başından beri şairlerin bir sancı yaşadığını, bu sancının şiir diline
yansıdığını yer yer aktaran yazar; ‘Yüzyılın Son Çeyreği: Karmaşa ve Sancı’
başlıklı bölümde yine kronolojik bir tarih sıralamasıyla şiir eleştirisini
yapmaktadır. Yazar şairleri tek tek irdelemek yerine, dönem dönem incelemeyi
tercih etmiştir. 1950’li yıllara kadar bu sancının eski şiir-yeni şiir
mücadelesi şeklinde görüldüğünü belirtmektedir. (s.60) 70’li ve 80’li yıllarda
bir kimlik sancısının yaşandığını, ‘ben’ kavramının o zamanki tariflerden birine
yerleşme çabası içinde olduğunu, bu sebepten bir azap yaşandığını dile
getirmektedir. Bu dönemdeki yazı, eser bolluğu ile eleştiri mekanizmasının iyi
işlemediğini şiir ortamının berraklıktan uzak olduğunu söylemektedir.
Yazar
bu bölümde; eserinde anlattıklarının bir bilim adamı veya bir eleştirmene ait
olmadığını, sadece kendi ürün verdiği sahada neler olup bittiğini merak eden
birine ait olduğunu dile getirmiştir.(s.63)
En
baştan beri üzerinde durduğu sancıyı bu bölümde daha net şekilde karşımıza çıkarmaktadır.
Türkiye’deki Batılı sanat algısı, Batılı olmayan hayat algısı ortamlarından
geçerek gelmiştir ve burada devamlı yaşanan atmosferin verdiği şiir kalıpları
çıkardığını söylemektedir. Eroğlu’na göre modern şiir 1950’li yıllarda
başlamaktadır. Doğulu tarzdaki hayat algısının, modern şiir dili içinde ifade
edilmesini sağlamasına çokça vurgu yapmaktadır.
Ayrıca
şiir hakkında çalışma yaparken, metni esas alan eleştiri yöntemlerinin
kullanılmasının daha doğru olacağını düşünmektedir. Geçen yüzyılda şiirde
modernleşmenin zorunlu olduğunu hissettiren bilincin düştüğü hatayı
söylemlerindeki yanlışta bulmaktadır. ‘Yenilenmek’, ‘modernleşmek’ gibi
kavramları değil ‘Avrupalı olmak’ kavramını kullanmayı yeğlediklerini
belirtiyor. ‘Modernizme Kuş Bakışı’ denemesinde; yazara göre, şiirde
modernleşme sanayi toplumunun ortaya çıkış sürecinde, hayatın geleneksel tarzda
algılanmasının yetersizliği ile ortaya çıkmıştır, bu çok keskin bir dönemdir.
İşte bu noktada şehirleşmeye başlayan insanın sancısı ortaya çıkmıştır. (s.82)
Burada
şairin özerkliği konusunda oldukça çok durmaktadır. Bu dönemde ilhamın yerini
enerji almıştır, şairin özerkliğinin ele alınması uğruna modern şairdeki
enerjinin kaynağı üzerine çok durulmamış, daha çok işleyişi üzerinde
durulmuştur. İşte bu işleyişin ‘şiir dili’ olduğunu belirtmektedir. Modern
şiirde içerikten çok teknik üzerinde durulduğunun da altını çizmektedir.
Yazarın
yeni şiirdeki canlılık düşüncesi, eski dönemlerde güçlü bir şiir varlığına
sahip olduğumuzu söylemesiyle oraya çıkmaktadır. Modern şiirdeki ‘imge’
öğesinin kolaylıkla yer edinişi, eski şiirimizin hayal gücünden kaynaklandığını
ifade etmektedir.(s.89)
Günümüz
olarak nitelediği 1984 yılında bir değişim sancısının var olduğunu, bu sancının
poetik meselelerden kaynaklandığını, kitabın son denemesi olan ‘Şiir, Gençlik,
Yaşlılık vs.’ bölümünde aktarmaktadır. Şair bu dönemde düşünsel bir birikimin
yokluğundan yakınmaktadır. (s.91) Bu yüzden büyük eserlere ulaşılamadığını ve
kendi deyimiyle ‘şiirin adeta kendi dizleri dibine çöktüğünü’ ifade etmektedir.
Poetik ve estetik meseleleri ele
alınışın bile hala çeviri eserlerle karşılandığını belirtmektedir. Şiirin bir
gençlik meselesi olmadığını, belli bir düşünsel birikiminin olması gerektiğini
vurgulamaktadır. Bunu da ‘gençken yazılmış iyi şiirler vardır ama hiçbir büyük
eser yoktur’ sözüyle açıklar. (s.93).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder