3 Ocak 2016 Pazar


               Ebubekir Eroğlu- Modern Türk Şiirinin Doğası Kitabının İncelenmesi



Ebubekir Eroğlu’nun bu eseri 1993 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmıştır. Deneme türündedir. Eserin üzerine çalışma yaptığımız kitabı ise 3. baskı olup 2011 yılında basılmıştır. 100 sayfadan oluşan eser, 9 ana başlıktan oluşmaktadır. Kitabın başında Eroğlu ikinci baskı için notlar kısmı hazırlamış ve kitabın gördüğü ilgi üzerine yeni bir ön söz yazma gereksinimi hissetmiştir.
Eserin içine girdiğimizde Eroğlu’nun; “gelenek”, “modernizm”, “metafizik” kelimelerini söylem olarak seçtiğini belirtebiliriz. İlk olarak “Geleneğin Tek Katmanı” bölümünde; klasiklerin önemine, gelenek kavramının yüklendiği anlamların negatif izlenim taşıdığını görüyoruz. Ayrıca Türk şiirinin bir merkezi olmadığına, dalgalanmalara sahne olduğuna kanaat getiren Eroğlu kendine ait bir şiir inceleme metoduna da yer veriyor.
Daha sonra esere ismini veren “Modern Türk Şiirinin Doğası” denemesi karşımıza çıkmaktadır. Burada kronolojik bir sıralama ile eleştiri yapıldığı göze çarpıyor. 1900’lerden başlayan bu sıralama 1980’lere dek götürülmektedir. İlk olarak “1900’lerin İki Eşiği” adlı alt başlıkta; Türk şairinin Avrupalı şairlerin modernleşme karşısında çektiği sancıların bir benzerini, varolmak kaygısı ile yaşamakta olduğunu, bu dönemde tavsiye edebilecek iyi bir şiirin çok az olduğunu ve Türk şairinin güvensiz bir yöntem ile şiire yaklaştığını ifade etmektedir.
Bu bölümde Eroğlu 19. yy’da yaşanan değişimin iki yolda gerçekleştiğini söyler. Bunlar;
-          Duyum Ögeleri
-          Kavram Öğeleri
olarak adlandırılmaktadır. Duyum öğelerinin toplum hayatını doğrudan algılandığı noktaları işaret ettiğini; kavram öğelerinin ise günlük hayatın işleyişini karşıladığını aktarmaktadır. Şairlerin Batı’da yaşanılan duyum tarzının kökleri ile alış-veriş devresini kuracak güçte olmadığını belirtmektedir.
                Eroğlu, Muallim Naci ve Yahya Kemal örnekleri vermiştir. Zira söz konusu şairler eski şiirin tadını yaşatmaktadır ve halkta buna yabancı değildir. Bu şairleri seçmiştir çünkü bu sayede Türk şiir sahasının bu ve benzeri şairler ile daha berrak olacağını düşünmektedir. Bu bölümde eskiyi sadece bir döneme ait olarak algılayan şairleri eleştirmektedir. Bu tarz şairlerin küçük hedefleriyle problemli bir şiir ortaya koyduklarını söylemektedir. Ayrıca Akif’in modern şiirinin amaçlarından birini başardığını, bunu konuşma dilindeki doğallığı şiir diline katarak yaptığını belirtmektedir. Tevfik Fikret’e de, dili ile, kültürel atmosferi ile ileri gitmeyen şair vasfını yüklemektedir. Yazarın bu bölümde ele aldığı bir başka konu ise şudur; Batı dünyasının şiirin modernleşmeye girdiği süreç, modern şehir hayatının gelişmesi ve sanayileşme ile paralel olarak gerçekleşmektedir. Bizde ise böyle bir şeyin oluşmadığını şairlerimizin yöneldiği dünyaların bizim şiir dilimizde olmadığını, Batı’yı taklide elverişli araçlar deposu olarak gördüğünü dile getirmektedir.
                1900’lere getirdiği bu eleştirel bakıştan sonra “Ritmin Zaferi ve Çeşitlenme” ile 1930’lu yıllara ait düşüncelerini açıklamaktadır. Şiirimizin halkın erişmek için can attığı hayattan gelmeyen malzemelerle sürdürülmesi bir dağılma yarattığını ve bu dönemin şiirinde en büyük sorun olarak ‘tekleşme’ probleminin yaşandığını belirtmektedir. Sınırlayıcı bir yaklaşımın var olduğunu ifade etmektedir. Bu dönem şairlerinin klasiklerin getirdiği durgunluk ile tarihi durumun zorladığı hareketlilik arasında bocaladığını anlatmaktadır. Bu bocalama Necip Fazıl örneğiyle desteklenir. Tüm bu şartlara rağmen 1930’lu yılları bir atılım olarak görmektedir. Bu dönem şiirinin serbest şiir için bir köprü görevi üstlendiğini düşünmektedir. 1940’lı yıllarda kuşaklar arasında bir çatışma yaşanmadığını düşünen Eroğlu, çatışmanın kuşak içindeki değişik algılama biçimlerinin sahipleri arasında cereyan ettiğini söylemiş ve bu dönemi bir ‘relax’ hali olarak nitelemiştir.
                Eroğlu, 19. yy da modern şiirin karakterine giren bu oluşumları, bir temel değil süreç olduklarını, hatta bu sürecin zayıf halkaları olarak nitelendirmektedir. Bu bağlamda 1950’li yılları ise, modernleşmenin tarif edildiği bir ortam olarak görür ve modern şiirin hemen hemen bütün kollarının yansıdığı yer betimlemesini yapar. Modern öncesi değerlerinde yeni şiir diline girdiği bir ortamın oluştuğunu söylemektedir.
                Yazar, Türk şiirinin modernleşmede ilerleyişini, kırılmadan ve sindirilmeden geçen dönemlerin çokluğu yüzünden ‘kendini arayan şiir’ olarak niteler. Bu dönemi ‘Modernleşmenin İçi ve Ertesi’ bölümünde irdelemektedir. Bu bölümde de ‘modern dünyanın sunduğu öğelerle sınırlı kalmak gerektiğini’ söyleyen bir havanın hakim olduğunu, ancak şairlerin özgürlüklerine sahip çıkan bu havanın kırıldığını ifade etmektedir. Modern öncesi dönemin öğelerini modern şiirimizde kullanan ilk ses bayrağı olarak da Sezai Karakoç’u göstermektedir. Onun şairane içtenliğinden söz eden yazar, onu özümsenmiş eski kültürümüzden beslenen dini duyarlılıktaki saflığın, hatta duanın müşterekten çıkıp dalgalandığı ilk şair diye ifade etmektedir.(s.51)
                Eroğlu, şiirimizde modernleşmenin başlangıcını 19. yy’a kadar götürür ve bu açıdan Batı’dan gelen etkilerin ‘serpilme’ şeklinde başladığını ve bu etkinin neredeyse unutturucu karakteriyle öne çıktığını ifade eder. 
                Eserin en başından beri şairlerin bir sancı yaşadığını, bu sancının şiir diline yansıdığını yer yer aktaran yazar; ‘Yüzyılın Son Çeyreği: Karmaşa ve Sancı’ başlıklı bölümde yine kronolojik bir tarih sıralamasıyla şiir eleştirisini yapmaktadır. Yazar şairleri tek tek irdelemek yerine, dönem dönem incelemeyi tercih etmiştir. 1950’li yıllara kadar bu sancının eski şiir-yeni şiir mücadelesi şeklinde görüldüğünü belirtmektedir. (s.60) 70’li ve 80’li yıllarda bir kimlik sancısının yaşandığını, ‘ben’ kavramının o zamanki tariflerden birine yerleşme çabası içinde olduğunu, bu sebepten bir azap yaşandığını dile getirmektedir. Bu dönemdeki yazı, eser bolluğu ile eleştiri mekanizmasının iyi işlemediğini şiir ortamının berraklıktan uzak olduğunu söylemektedir.
                Yazar bu bölümde; eserinde anlattıklarının bir bilim adamı veya bir eleştirmene ait olmadığını, sadece kendi ürün verdiği sahada neler olup bittiğini merak eden birine ait olduğunu dile getirmiştir.(s.63)
                En baştan beri üzerinde durduğu sancıyı bu bölümde daha net şekilde karşımıza çıkarmaktadır. Türkiye’deki Batılı sanat algısı, Batılı olmayan hayat algısı ortamlarından geçerek gelmiştir ve burada devamlı yaşanan atmosferin verdiği şiir kalıpları çıkardığını söylemektedir. Eroğlu’na göre modern şiir 1950’li yıllarda başlamaktadır. Doğulu tarzdaki hayat algısının, modern şiir dili içinde ifade edilmesini sağlamasına çokça vurgu yapmaktadır.
                Ayrıca şiir hakkında çalışma yaparken, metni esas alan eleştiri yöntemlerinin kullanılmasının daha doğru olacağını düşünmektedir. Geçen yüzyılda şiirde modernleşmenin zorunlu olduğunu hissettiren bilincin düştüğü hatayı söylemlerindeki yanlışta bulmaktadır. ‘Yenilenmek’, ‘modernleşmek’ gibi kavramları değil ‘Avrupalı olmak’ kavramını kullanmayı yeğlediklerini belirtiyor. ‘Modernizme Kuş Bakışı’ denemesinde; yazara göre, şiirde modernleşme sanayi toplumunun ortaya çıkış sürecinde, hayatın geleneksel tarzda algılanmasının yetersizliği ile ortaya çıkmıştır, bu çok keskin bir dönemdir. İşte bu noktada şehirleşmeye başlayan insanın sancısı ortaya çıkmıştır. (s.82)
                Burada şairin özerkliği konusunda oldukça çok durmaktadır. Bu dönemde ilhamın yerini enerji almıştır, şairin özerkliğinin ele alınması uğruna modern şairdeki enerjinin kaynağı üzerine çok durulmamış, daha çok işleyişi üzerinde durulmuştur. İşte bu işleyişin ‘şiir dili’ olduğunu belirtmektedir. Modern şiirde içerikten çok teknik üzerinde durulduğunun da altını çizmektedir.
                Yazarın yeni şiirdeki canlılık düşüncesi, eski dönemlerde güçlü bir şiir varlığına sahip olduğumuzu söylemesiyle oraya çıkmaktadır. Modern şiirdeki ‘imge’ öğesinin kolaylıkla yer edinişi, eski şiirimizin hayal gücünden kaynaklandığını ifade etmektedir.(s.89)
                Günümüz olarak nitelediği 1984 yılında bir değişim sancısının var olduğunu, bu sancının poetik meselelerden kaynaklandığını, kitabın son denemesi olan ‘Şiir, Gençlik, Yaşlılık vs.’ bölümünde aktarmaktadır. Şair bu dönemde düşünsel bir birikimin yokluğundan yakınmaktadır. (s.91) Bu yüzden büyük eserlere ulaşılamadığını ve kendi deyimiyle ‘şiirin adeta kendi dizleri dibine çöktüğünü’ ifade etmektedir.

                Poetik ve estetik meseleleri ele alınışın bile hala çeviri eserlerle karşılandığını belirtmektedir. Şiirin bir gençlik meselesi olmadığını, belli bir düşünsel birikiminin olması gerektiğini vurgulamaktadır. Bunu da ‘gençken yazılmış iyi şiirler vardır ama hiçbir büyük eser yoktur’ sözüyle açıklar. (s.93).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yusuf Alper’in “Psikodinamik Açıdan Abdülkadir Budak Şiiri ve ‘Kapalı Bir Açılım’” Eleştirisinin İnceleme Yöntemleri Yusuf Alper; Varlı...