Muğla’da Bir Edebiyat
Öğrencisi
Muğla
Üniversitesi – Türk Dili ve Edebiyatı yükseköğretim programına
yerleştirildiniz.
İlk anda ne yapacağınızı
bilemezsiniz, kimimiz ailesini, kimimiz bavulunu, kimimiz hayallerini alıp
çıkar gelir bu sırtı dönük şehre. Ben Muğla’yı ilk gördüğüm anda böyle
betimlemiştim. Arkasını dönmüş bir şehir Muğla, Menteşe Dağları da bu olguya
onay verir gibisine durur bu şehrin arkasında. Buna karşılık üniversitesi
bağrını açmış bir Yörük anası gibi Anadolu’ya bakıyor. Sanki gelen Anadolu
çocuklarına ben buradayım dercesine bir duruşu bulunmaktadır. Şehir ile
üniversitenin iç içe, koyun koyuna olmadığı beynimde hemen zuhur etmişti.
Sonradan gördüklerim bu düşüncemi güçlendirmiştir. Size burada ilk elini açan, Kredi Yurtlar
Kurumudur. Benim için öyle olmuştu. Bu küçük kurum size çok şey öğretir,
dışarıdan cezaevleri kadar soğuk ve mesafeli bir görünüme sahip olsa da içinde
bir sıcaklık barındırır. Kyk benim için bir Anadolu profili olmuştur. Her
yerden farklı düşüncede, etnikte, dinde insanların bir arada bulunduğu bir
mekân, oda arkadaşınızı siz seçemezsiniz. Bu da size başkalarına karşı saygılı
ve duyarlı olmayı vura vura öğretir. Her türden insanla karşılaşabileceğinizi
ilk burada deneyimlersiniz. Sonra üniversite de aynı olanağı sunar ama orada
istemezseniz, katlanmak zorunda değilsinizdir. Bu sizde düzenliği oluşturur.
Benim yurtta ilk tattığım duygu nizâm olmuştur. Nizâm olmazsa kavga olur kaos
olur, farkında olmasak da sonraki hayatımızda bizi başarıya götürecek ana madde
nizâm olacaktır. Eğer ki nizâm aşk ile birleşirse sizi kimse tutamaz. Bu aşk
insanın içinde barındırdığı eğilimlerin toplamıdır, harekete geçme sürecini
tetikleyen bir görevi vardır. Amacım insanları bir yarış atı formatında
göstermek değildir, sadece insanın varoluşunun temelinde olan olguyu dışarıya
yansıtmalarına imkân vermektir. Sadece yurda giriş ve çıkış saatleri dahi bir
öğrencinin bütün hayatına ışık tutacak güce sahiptir.
Bazen
sizi sıkan tarafları da muhakkak olacaktır, bu gibi durumlarda ilk aklıma gelen
‘ya dışarıda kalsaydım’ düşüncesidir. İlk yıllarda anlaşılmayan bu durum
ilerleyen yıllarda dışarıdan dinlediğiniz ibretlik hikâyelerle daha da pekişir
hâle gelmektedir. Edebiyat Fakültesine çıktığınızda sizi üç tip öğrenci bekler;
birinci grup, puanı bu bölüme yettiği için
gelen, ikinci grup çalışkan ve proje öğrencisi ve üçüncü grup gerçekten
edebiyata ilgi duyan. Öncelikle birinci gruptaki öğrenci profilinden korkunuz.
Kendisine ait savunma mekanizmalarını etrafındakilere karşı kullanmaktadır ve
taraf aramaktadır. Çevresine yaylım ateşi şeklinde, nizâmdan uzak tutacak
fikirler saçmaktadır. Burada bu öğrencileri yermeye çalışmıyorum sadece
bunların elinde olmayan durumlardan çıkabilecek sorunlara değinmek
niyetindeyim. Çünkü bu duruma gelmeleri kendilerinden değil sistemden
kaynaklanmaktadır. Eğer ki bu fikirlere vurulursanız, edebiyat hayatınız
istediğiniz düzlemde geçmez. İlk olarak söylediğim nizâmı kaybedersiniz. Bu
öğrenci tipi edebiyat fakültesine bir meslek edinme yuvası, bir basamak evresi
gözüyle bakar ve okul bitince nasıl bir yanlışa düştüğünü anlayacaktır. Önemli
olan şudur ki, sınıfların yüzde sekseni bu öğrenci profilinden oluşmaktadır.
Yalnız gruplar arası geçişler mümkündür geç kalmamak şartıyla ve son grup
hariç. O grubun kaydı ta ilkokul yıllarında alınmaktadır. Son gruba üniversite de
dahil olunamaz.
İkinci
grup ise bir edebiyat aşığı değildir, görev ne ise onu derhal yerine getirir.
Okulun başlarında hocalar için bu grup favoridir. Bu grupta nizâm bulunur ancak
aşk bulunmaz. Edebiyat yerine metalürji mühendisliği okusalar da onlar için
fark etmez. Birinci grup, bunlar ile hiç iyi geçinemez. Çünkü bu grupta barınan
nizâm unsuru diğerleri için ulaşılması zor bir harekettir. Bu grubun belirgin
halde ki bir diğer özelliği devamlı yönlendirilmeye ihtiyaç duymalarıdır. Her
türlü kaynağı hocalarına sorarlar. Bir türlü okudukları kitapların dipnotlarına
ya da kaynakçasına bakmak akıllarına gelmez çünkü programlarında bu yoktur. Bu
profilde ki insanlar hayatlarında başarılı olamaz, demem asla, olurlar ama
sistem dışından müdahale gerekmedikçe, bu durum gerçekleşir. Şunu da
belirtmekte yarar var. Bizim bu öğrencileri ilk yılda belirlememiz, mümkün
değildir. Deneye deneye ancak öğrenilir. Ben şunu gördüm, hocalar sordukları
sorudan öğrencinin, nerde, hangi durumda olduğunu anlamaktadır. Onun için bu
grubun yaptıkları kendilerine yüzeysel birikimler kazandırmaktadır. Sınıfta
elle gösterilen bu öğrenciler, yüzde on beşlik bir kesimden meydana gelmektedir.
Birinci grup kendini bilir ama yaşam gücünü kırmamak adına hesaplaşma yapmaz.
Yapanlar ise ikinci gruba geçebilirler. O yüzden birinci gruptan, ikinci gruba
geçen öğrenci etrafını ve kendini tanımış bir
öğrencidir. Nizâmın ilk evresi de kendini tanımaktır. Bu sebeple, bu öğrenciler
ileride büyük işlerin habercisidir.
Üçüncü
gruba gelince bu öğrenci profili, sınıfın sadece yüzde beşini oluşturmaktadır
ve altın değerindedir. Kendisini üçüncü ve dördüncü sınıfta görebilirsiniz. Bu
insanlarda hem aşk hem nizâm bir arada bulunmaktadır. Edebiyat fakültesinin
asıl amacının edebiyat alanında uzman kişiler yetiştirmek olduğunu bilir ve
hocalardan sadece balık tutmayı öğrenir. Gerisini kendi çabasıyla
gerçekleştirir. Onun için fakülte sadece nizâmdır, aşk kendini kaleminde ve
okumalarında gösterir. Başta da belirttiğim gibi nasıl ki bu öğrenciler üçüncü,
dördüncü sınıfta beliriyorsa; ileriki hayatlarında da bir yapıcı olarak
belirecektir. Elbette ki bu gruplamanın dışında olan, öğrenci profilleri de
vardır. Benim yapmaya çalıştığım, mevcut olduğum sistemde oluşan havayı kendi
gözlemlerimden anlamaya ve anlatmaya çalışma üzerine kuruludur. Muhakkak ki
bunun sadece benim görüşlerim olduğu unutulmamalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder