3 Ocak 2016 Pazar



Muğla’da Bir Edebiyat Öğrencisi



                Muğla Üniversitesi – Türk Dili ve Edebiyatı yükseköğretim programına yerleştirildiniz.


                İlk anda ne yapacağınızı bilemezsiniz, kimimiz ailesini, kimimiz bavulunu, kimimiz hayallerini alıp çıkar gelir bu sırtı dönük şehre. Ben Muğla’yı ilk gördüğüm anda böyle betimlemiştim. Arkasını dönmüş bir şehir Muğla, Menteşe Dağları da bu olguya onay verir gibisine durur bu şehrin arkasında. Buna karşılık üniversitesi bağrını açmış bir Yörük anası gibi Anadolu’ya bakıyor. Sanki gelen Anadolu çocuklarına ben buradayım dercesine bir duruşu bulunmaktadır. Şehir ile üniversitenin iç içe, koyun koyuna olmadığı beynimde hemen zuhur etmişti. Sonradan gördüklerim bu düşüncemi güçlendirmiştir.  Size burada ilk elini açan, Kredi Yurtlar Kurumudur. Benim için öyle olmuştu. Bu küçük kurum size çok şey öğretir, dışarıdan cezaevleri kadar soğuk ve mesafeli bir görünüme sahip olsa da içinde bir sıcaklık barındırır. Kyk benim için bir Anadolu profili olmuştur. Her yerden farklı düşüncede, etnikte, dinde insanların bir arada bulunduğu bir mekân, oda arkadaşınızı siz seçemezsiniz. Bu da size başkalarına karşı saygılı ve duyarlı olmayı vura vura öğretir. Her türden insanla karşılaşabileceğinizi ilk burada deneyimlersiniz. Sonra üniversite de aynı olanağı sunar ama orada istemezseniz, katlanmak zorunda değilsinizdir. Bu sizde düzenliği oluşturur. Benim yurtta ilk tattığım duygu nizâm olmuştur. Nizâm olmazsa kavga olur kaos olur, farkında olmasak da sonraki hayatımızda bizi başarıya götürecek ana madde nizâm olacaktır. Eğer ki nizâm aşk ile birleşirse sizi kimse tutamaz. Bu aşk insanın içinde barındırdığı eğilimlerin toplamıdır, harekete geçme sürecini tetikleyen bir görevi vardır. Amacım insanları bir yarış atı formatında göstermek değildir, sadece insanın varoluşunun temelinde olan olguyu dışarıya yansıtmalarına imkân vermektir. Sadece yurda giriş ve çıkış saatleri dahi bir öğrencinin bütün hayatına ışık tutacak güce sahiptir.
                Bazen sizi sıkan tarafları da muhakkak olacaktır, bu gibi durumlarda ilk aklıma gelen ‘ya dışarıda kalsaydım’ düşüncesidir. İlk yıllarda anlaşılmayan bu durum ilerleyen yıllarda dışarıdan dinlediğiniz ibretlik hikâyelerle daha da pekişir hâle gelmektedir. Edebiyat Fakültesine çıktığınızda sizi üç tip öğrenci bekler; birinci grup, puanı bu bölüme yettiği için gelen, ikinci grup çalışkan ve proje öğrencisi ve üçüncü grup gerçekten edebiyata ilgi duyan. Öncelikle birinci gruptaki öğrenci profilinden korkunuz. Kendisine ait savunma mekanizmalarını etrafındakilere karşı kullanmaktadır ve taraf aramaktadır. Çevresine yaylım ateşi şeklinde, nizâmdan uzak tutacak fikirler saçmaktadır. Burada bu öğrencileri yermeye çalışmıyorum sadece bunların elinde olmayan durumlardan çıkabilecek sorunlara değinmek niyetindeyim. Çünkü bu duruma gelmeleri kendilerinden değil sistemden kaynaklanmaktadır. Eğer ki bu fikirlere vurulursanız, edebiyat hayatınız istediğiniz düzlemde geçmez. İlk olarak söylediğim nizâmı kaybedersiniz. Bu öğrenci tipi edebiyat fakültesine bir meslek edinme yuvası, bir basamak evresi gözüyle bakar ve okul bitince nasıl bir yanlışa düştüğünü anlayacaktır. Önemli olan şudur ki, sınıfların yüzde sekseni bu öğrenci profilinden oluşmaktadır. Yalnız gruplar arası geçişler mümkündür geç kalmamak şartıyla ve son grup hariç. O grubun kaydı ta ilkokul yıllarında alınmaktadır. Son gruba üniversite de dahil olunamaz.
                İkinci grup ise bir edebiyat aşığı değildir, görev ne ise onu derhal yerine getirir. Okulun başlarında hocalar için bu grup favoridir. Bu grupta nizâm bulunur ancak aşk bulunmaz. Edebiyat yerine metalürji mühendisliği okusalar da onlar için fark etmez. Birinci grup, bunlar ile hiç iyi geçinemez. Çünkü bu grupta barınan nizâm unsuru diğerleri için ulaşılması zor bir harekettir. Bu grubun belirgin halde ki bir diğer özelliği devamlı yönlendirilmeye ihtiyaç duymalarıdır. Her türlü kaynağı hocalarına sorarlar. Bir türlü okudukları kitapların dipnotlarına ya da kaynakçasına bakmak akıllarına gelmez çünkü programlarında bu yoktur. Bu profilde ki insanlar hayatlarında başarılı olamaz, demem asla, olurlar ama sistem dışından müdahale gerekmedikçe, bu durum gerçekleşir. Şunu da belirtmekte yarar var. Bizim bu öğrencileri ilk yılda belirlememiz, mümkün değildir. Deneye deneye ancak öğrenilir. Ben şunu gördüm, hocalar sordukları sorudan öğrencinin, nerde, hangi durumda olduğunu anlamaktadır. Onun için bu grubun yaptıkları kendilerine yüzeysel birikimler kazandırmaktadır. Sınıfta elle gösterilen bu öğrenciler, yüzde on beşlik bir kesimden meydana gelmektedir. Birinci grup kendini bilir ama yaşam gücünü kırmamak adına hesaplaşma yapmaz. Yapanlar ise ikinci gruba geçebilirler. O yüzden birinci gruptan, ikinci gruba geçen öğrenci etrafını ve kendini tanımış bir öğrencidir. Nizâmın ilk evresi de kendini tanımaktır. Bu sebeple, bu öğrenciler ileride büyük işlerin habercisidir.

                Üçüncü gruba gelince bu öğrenci profili, sınıfın sadece yüzde beşini oluşturmaktadır ve altın değerindedir. Kendisini üçüncü ve dördüncü sınıfta görebilirsiniz. Bu insanlarda hem aşk hem nizâm bir arada bulunmaktadır. Edebiyat fakültesinin asıl amacının edebiyat alanında uzman kişiler yetiştirmek olduğunu bilir ve hocalardan sadece balık tutmayı öğrenir. Gerisini kendi çabasıyla gerçekleştirir. Onun için fakülte sadece nizâmdır, aşk kendini kaleminde ve okumalarında gösterir. Başta da belirttiğim gibi nasıl ki bu öğrenciler üçüncü, dördüncü sınıfta beliriyorsa; ileriki hayatlarında da bir yapıcı olarak belirecektir. Elbette ki bu gruplamanın dışında olan, öğrenci profilleri de vardır. Benim yapmaya çalıştığım, mevcut olduğum sistemde oluşan havayı kendi gözlemlerimden anlamaya ve anlatmaya çalışma üzerine kuruludur. Muhakkak ki bunun sadece benim görüşlerim olduğu unutulmamalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yusuf Alper’in “Psikodinamik Açıdan Abdülkadir Budak Şiiri ve ‘Kapalı Bir Açılım’” Eleştirisinin İnceleme Yöntemleri Yusuf Alper; Varlı...